Antroposen Çağı ve Kahve!

Bilim insanları, insanın doğa üzerindeki etkisinin geri dönülemez noktaya gelmesinden yola çıkarak bulunduğumuz çağa Antroposen yani “İnsan Çağı” diyor. Bu terim ilk olarak ortaya 1873 yılında ortaya atılsa da bu vizyonun kabul görmesi ve yaygınlaşması 2000’li yıllara denk geliyor.

Son olarak Covid-19 Pandemisi de bu konunun yeniden konuşulmasını sağladı. Antroposen’in insan haklarına ve çeşitliliğe olan saygıyı ifade eden bir döneme denk geldiği sanılmasın. İnsan eliyle yok oluşun marka adı diyebiliriz.

Zaman zaman geç içilen kahve gibi uykumu kaçıran bu gerçeklikle son yıllarda yine akıl ve bilimsel okumalar yoluyla uzlaşıya varmaya başladığımı söyleyebilirim.

Bu büyük çöküş ve yokuş aşağı gidişin yine tek bir freni olabileceğini fark ettim, o da bilim. Karbon ayak izimizi nötralize etmek için çalışan bilim, sentetik eti yaygınlaştırmaya çalışan bilim, deniz suyunu daha ucuz ve hızlı olarak içilebilir kılmayı araştıran bilim, nesli tükenen türleri genetik izlerinden yeniden canlandırmaya uğraşan bilim. Ve daha binlerce arayış ve araştırma.

Açıkcası tüm bunlar zaten bilimin gündemindeydi. Ancak Korona işin geniş kitlelere dokunan kısmı oldu. Ve bu pandemi, çağa adını veren sıradan insanı bilimle yeniden tanıştırdı. Özellikle Tıp Bilimiyle. Sağlık konusu, belki de hiç olmadığı kadar hayatımızın merkezine yerleşti.

Elbette bu da yaşamı, ticareti, markaları, tüketicileri, alışveriş deneyimlerini ve onlara hizmet veren bizleri de derinden etkiledi.

2020 tüm dünya reklam sektörü için şaşkınlık, kaygı, yönelimleri anlama, en büyük gücümüz olan yaratıcılığa başvurma, emek, daha çok emek, uzun zamandır ihmal ettiğimiz evdekilerle tanışma, ekrandaki kutularla beyin fırtınası yapma, ekrandaki kutulara sunum yapma, bol bol kahve ve bu gerçekten bitecek mi, ne zaman bitecek diyerek geçti.

2021 de duruma alışmışlığın verdiği öz güven, emek, akıl, dönüşümü anlama, yine en büyük gücümüz olan yaratıcılığa başvurma, daha çok emek, umut, aşı sonrası özgürlük, biraz seyahat, sarılamasak da bir araya gelme, Türkiye’deki ötelenen sorunlarla, en çok da işsizlikle yüzleşme, tüketicilerin kaygılarını gözlemleme, markaların toparlanma gayretleri ve bizim de yönlendirmemizle ellerini taşın altına biraz daha koymaları (anlamlı projeler), seçim olacak mı tartışmaları, daha da çok emek, bol bol kahve, sürdürülebilirliğin şık bir söz olmaktan çıkıp varoluş meselesi haline gelmesi, marka sadakatinin dünyamıza olan sadakatle eşleşmesi ve duygusal boyutta koyu griden açık griye geçişle geçecek.

Bunlar sadece reklam sektörü değil, pek çok alanda böyle olacak.

Bugüne kadar insanoğlunun sınavları çoktu. Bu da yeni versiyonu. Çağa adımızı verecek kadar kendimizi beğenmiş olsak da, Eco yerine Ego’yu önceliklendirsek de tüm bunlar aydınlanmanın da başlangıcı olacak. Farkındalığımız kaçınılmaz olarak artacak. Ve dünyayı daha yaşanır kılacak olan fikirler, bu farkındalıktan çıkacak.

*Bu yazı ilk olarak Marketing Türkiye’nin Ocak ayı Almanak Özel sayısında yayımlanmıştır.

More Reading

Post navigation

Leave a Comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir