Reklamda İK (İnsan Kaydırakları)

Reklamcı oluğunuzu söylediğinizde bu sektörle ilgili yalan yanlış bilgisi olan pek çok kişi size imrenerek bakar, geri kalanlar da, bazı zeki apartman yöneticilerinin bina girişlerine yazdığı ‘pazarlamacı ve reklamcı giremez’ ibaresini anımsayarak mesleki sohbetlerinize karşı ihtiyatlı yaklaşma yolunu seçer. Devam eden konuşmalarda ne sizin kendinizi doğru ifade edecek enerjiniz kalmıştır ne de dinleyenin böyle bir arzusu. O, kafasındaki iyi ya da kötü önyargılarıyla mutludur. Gerisi lafügüzaftır, detaydır, kulak tırmalar, yorar.

Peki ya gecenin bir köründe aynanın karşısında dişini fırçalarken göz altlarına bakan reklamcı ne düşünür? Mutlu mudur?
Bu sorunun yanıtını uzun zamandır arayan biri olarak çok net bir şekilde (!) verebilirim: Hem

 evet, hem de hayır. Bundan üç beş sene önce güneyde, şöyle güzel bir sahil kasabasına yerleşip yaşamımı yalınlaştırmak ve yavaşlatmak üzerine yine düş kurarken, yakın bir arkadaşım bana, pek çok kişinin imreneceği bir meslekte çalıştığımı, tatminsizlikten ve ne yapacağımı bilememekten ötürü belamı aradığımı ifade edecek kadar patavatsız bir söylem içine girmişken dayanamadım ve belki de ilk kez hissettiklerimi bu kadar net ifade edecek doğru sözcükleri yakaladım: “Yaşadığım her günün, hayatımın en önemli günü olmasından sıkıldım.”

Ağzımdan öylesine dökülen bu cümleyle sanki her şey aydınlandı, gecenin karanlığı birden ışıdı. Sonraları bu cümleyi, işe aldığım genç beyinleri, reklamcılığın ne kadar zorlu bir meslek olduğu konusunda ciddiyete davet etmek için bile kullandım.

Ama aslına bakarsanız bu cümlenin, mesleki duygu durumumu doğru ifade edebildiğini farkettiğim zamanki etkisi hiç kaybolmadı.

Hatta ilerleyen zamanda bu tezimi biraz daha geliştirip reklamcıların, mükemmeliyetçi ve narsist olmasına bir de mazoşizmi ekledim.

 Çünkü Organize İşler filminde mafya babasının söylediği üzere “dayakla ortaya çıkan ardinal, dayağa olan arzuyu artırıyor”.

Reklamcının duygusal dünyasından, reklam dünyasına geçecek olursak, bu sektörde iyi eleman bulmanın, iyi ajans bulmak kadar zor olduğuna sanırım herkes katılacaktır.

Son yıllarda reklam sektöründe çalışanlara bakıldığında her ne kadar alaylı ve okullu dengesinde ibre okulludan yana kaymaya başlasa da, okulluların bilgi düzeyi ve yaklaşımlarında ciddi sorunlar bulunmakta.

Ülkemizde İletişim ve Güzel Sanatlar Fakültelerinin sayısı hızla artıyor. Ve bu fakülteler eğitimde fark yaratmak adına spesifik diyebileceğimiz konu başlıklarıyla çeşitli bölümler açıp, diplomalar veriyor. Bunlara ek olarak özel kurslar, reklamcılık eğitimi veren programlar ve meslek edindirme dershanelerinin sayısı da azımsanmayacak düzeyde.

Televizyondaki reklamları YoTube’tan bile izleme olanağımız, reklamcılıkla ilgili forumlarımız, yazışma/atışma gruplarımız, eskiye nazaran pek çok yaratıcılık ve etkinlik yarışmamız, paranın tadını aldıkça sayıları hızla artan sektörel yayınlarımız var.

Ama beyni, yeteneği ve azmi aynı çitten atlayacak seviyede gençlerimiz pek ortalarda yok. Aynı zamanda bu kritere uyan istisnaları işe alıp, sömürmeden, değer vererek yetiştirecek, reklamcılığı her yönden bilen, paranın dışında değerleri olan profesyoneller haline getirecek kurumlar ve kişiler de yok.

Büyük diyebileceğimiz pek çok ajans, stajyer programlarıyla onlarca genç beyni düdüklüde haşlayıp yarısını yiyor, gerisini bozulur diye servis bile etmeden çöpe atıyor. İşe başlamayı başaranlar, maaş sormaya çekiniyor.

Hiçbir madalyonun tek yüzü yok elbette. Üniversiteyi 6 ay önce bitirmiş reklamcı adayı arkadaşlar da gönderdikleri cv’lerinin giriş bölümünde yer alan, insan kaynakları sitelerine bakarak yazdıkları format cümlelerinde “şirketimizde bilgi ve tecrübelerini verebileceği ve yükseleceği uygun bir pozisyon var mı” diye soruyor. Görüşmeye gelince de ekliyor, “Ne zaman zam alırım?” “Odam neresi olacak?” “Bana hangi makineyi vereceksiniz?” “Ne zaman yükseleceğim?”

Ebevynlerin, aman yavrum üzülmesin, aman evladım yorulmasın zihniyeti, her şeye aklı yeten, teknolojiden anlayan, kendine güvenli ama maalesef bir o kadar da hedefsiz, tatminsiz ve sabırsız bir gençlik yetiştiriyor. Bu sadece reklamda değil, eş-dost sohbetlerinden anladığım kadarıyla tüm sektörlerde kendini gösteren ciddi bir sorun.

Ama bizim meslekte işe alımlarda, adayın hangi okulda okuduğu, geçmiş iş deneyimi ya da yaptığı projeler, aldığı eğitimler öncelikli kriter olmadığı, salt cinfikre ve ağzının laf yapmasına bakılmaya başlandığı için bu sorunlar göz ardı edilemeyecek kadar ortada.

Özetle ajansların ve reklamcı adaylarının mesleğe yeni başlama konusundaki tutumu içler acısı. Peki senior reklam yazarı ya da art direktör cephesinde her şey yolunda mı? Sanmıyorum.

Yurt dışına yarışmalara, eğitimlere gittiğimizde görüyoruz ki 50 yaşında senior copy writer, ya da art direktör amcalar, teyzeler var. Bizde 50 yaşını devirmiş bir reklam profesyoneli var mı, gerçekten bilmiyorum. Elbette buna ajans sahiplerini ya da Kreatif Direktörleri dahil etmiyorum.

Belki bu durumun sebebi, çok hızlı değişen ve gelişen, genç nüfusa sahip bir ülke olmamızdır. Ama esas sebep bizde deneyime ama en önemlisi bilgiye pek fazla itibar edilmemesidir. Pek çok ajans bir senior çalıştırmaktansa, 3 junior çalıştırmayı tercih ediyor. Çünkü cinfikir gençler ucuz ve enerjik. Pazarlama ve pazarlama iletişimi bilmeleri, ya da onlara öğretilmesi o kadar da önemli değil. Reklamdaki gibi, “fikri gelsin” yeter. Fikir biterse, öküz ölür. Öküz ölünce de ne olacağını herkes bilir.

Çokuluslularda gelecek görmeyen pek çok senior reklamcı sonunda kendi ajansını açar. Ve en büyük 20 ajanstan geriye kalan, toplam reklam pastasının %14’ünü birbirlerinin ayağına basa basa paylaşır. Bir yandan da içten içe bu 20 büyüğe savaş açar. Bu savaş maddi olduğu kadar manevidir. Çünkü bilir ki en az onlar kadar başarılı iş çıkarabilir, hem de daha uygun bütçelerle. Ama büyük, büyüktür. Boyuna posuna bakmadan o da fiyat kırar, bitmiş konkurlara dahil olur, CEO’larla yemekler yer, işleri tepeden bağlamak ister.

Masada kendinden olanlar dışında kimse oturmasın ister. Kendine orta ölçekli bir ajans kurarak huzuru ve kariyeri arayan reklamcı bu kez amansız bir mücadelenin ortasında bulur kendini.

Aslında ajansın ölçeği ne olursa olsun, hedefi taze fikirler üreterek kaliteli reklamcılık yapmak olan her reklamcının, çalıştığı her iş günü, hayatının en önemli günüdür.

Reklamcıların hepsi Ege ya da Akdeniz’deki bir sahil beldesine taşınıncaya kadar da korkarım bu böyle sürüp gider.

More Reading

Post navigation

Leave a Comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir